28 Nisan 2015 Salı

Aşısız Dünya Korkulu Rüya!

Aşısız Dünya Korkulu Rüya!

Bu yıl 20-25 Nisan tarihleri arasında düzenlenen "Avrupa Aşı Haftası"yla toplumun aşılama ve aşı ile korunulabilir hastalıklar konusundaki farkındalığının artırılması ve bilgilendirilmesi hedefleniyor.

Aşısız Dünya Korkulu Rüya!



Bu amaçla 22 Nisan'da düzenlenen basın toplantısında aşıyla birçok hastalıktan korunmanın mümkün olduğunu belirten Prof. Dr. Mehmet Ceyhan ve Prof. Dr. Esin Şenol son yıllarda yapılan çalışmalar sonucunda aşılamayla önlenebilen enfeksiyon hastalıklarında önemli başarılar sağlandığını vurguladı.
Başka hiçbir koruyucu tedbirin yapamadığını gerçekleştiren aşılar, koruyucu sağlık hizmetlerinde en önemli yaklaşım olarak kabul ediliyor. Hastalıkları ortadan kaldırabilen tek koruyucu önlem olma özelliği taşıyan aşılar koruyucu sağlık hizmetlerinde bilimin gerçekleştirdiği en önemli başarılardan biridir.
Toplantıda, Aşı Çalışma Grubu Koordinatörü ve Enfeksiyon Hastalıkları Derneği Başkanı Prof. Dr. Mehmet Ceyhan aşıların korunmanın yanı sıra tasarruf sağladığını, işgücü kaybını engelleyerek sağlık harcamalarını azalttığını şu sözlerle vurguladı: "Aşı ilaçtan farklıdır. Hasta olmadan olası riske karşı alınan bir önlemdir. Dünyada her yıl 25 milyon kişi aşılar sayesinde hayata tutunuyor. Bugün Türkiye'de yılda 14 binden fazla çocuğun 13 farklı hastalıktan kaybedilmesinin önüne geçen Genişletilmiş Bağışıklama Programı (GBP) ile etkin aşılama uygulamaları sonucunda, çiçek hastalığı dünyada ortadan kalkmış ve aşılama durdurulmuştur. Çocuk felcine de 16 yıldır Türkiye'de rastlanmamaktadır."
Aşıların bebeklikten itibaren sağladığı korumayla, hastalıkları tedavi etmekten yüzlerce kat daha ucuz bir yöntem olma özelliği taşıdığını belirten Prof. Dr. Mehmet Ceyhan ilaç-aşı farkı hakkında şu görüşleri ifade etti: "İlaçlar sadece uyguladığınız kişiyi iyileştirebilirken ve bir kısmı dirence neden olarak topluma zarar veriyorken aşılama bazen aşılamadığınız kişileri de bebeklikten itibaren koruyarak bütün toplum için önem taşıyor. Ayrıca bir kişinin aşılanmaması sadece kendine değil, o hastalığın toplumda varlığını devam ettirmesi nedeniyle tüm topluma zarar veriyor. Yaptığımız maliyet yarar analizine göre aşı giderleri ile aşısız olmanın neden olduğu gider farklılığı bir yılda 20 milyar liradır, yani kitlesel aşılama ile bu miktar her yıl tasarruf edilmektedir. Türkiye'de Ulusal Aşı Programında yer alan 13 aşı ile aşılamanın durdurulması halinde bu aşılarla önlenebilen hastalıklara yakalanacak kişi sayısı yıllık 3.019.176 olarak hesaplanmaktadır. Oluşabilecek yıllık ölüm sayısı 14.296 olarak ve oluşabilecek hastalıkların toplam maliyeti ise 23.038.413.420 TL olarak hesaplanmaktadır."
KLİMİK Derneği Erişkin Bağışıklama Çalışma Grubu Başkanı Prof. Dr. Esin Şenol, hastalıkların kökünün kazınması için aşılamanın yalnızca bebeklikte değil doğumdan ölüme kadar devam etmesi gerektiğini bildirdi. "Aşılamanın iyi ve sağlıklı yaşam beklentisini karşılamaya dönük en temel uygulama olmasına ve çocukluk çağı aşılamalarındaki başarıya karşın, erişkinler grip ve zatürre gibi aşı ile önlenebilir hastalıklar nedeniyle hayatlarını kaybetmekteler" diyen Prof. Dr. Esin Şenol, sadece zatürrenin dünyada yılda 1.600.000 kişinin ölümüne neden olduğunu vurguluyor.
"Grip için, yıldan yıla ve toplumdan topluma farklılıklar her yıl fazladan ortalama 20.000- 40.000 arası ölüme, 300.000 kadar fazladan hastaneye yatışa yol açmaktadır.Kanada'dan yapılmış bir çalışma, influenza yani gribin özellikle 65 yaş üzerindekilerde %10'dan fazla ölümcül olabileceğini göstermektedir. Önleyici tıp her zaman tedavi edici olandan önceliklidir. Dünya ile ilişkili bu rakamlarda aşıların toplumsal sağlık bakımından önemini göstermektedir."
Prof. Dr. Esin Şenol erişkinlerin neden aşılanması gerektiğini maddeler halinde sıralıyor:
• Çocukluk çağında yapılmış olması gereken (hepatit b, hepatit a, suçiçeği, kızamık vb…) aşılar ya yapılmamış ya da eksik yapılmıştır ve tamamlanması gerekir.
• Yeni geliştirilmiş bir aşı söz konusudur (HPV aşısı ya da zoster aşısı vb…).
• Yaşla birlikte, çocukken yapılmış aşının koruyuculuk düzeyinde azalma ve bu hastalığa karşı duyarlılığında bir artış vardır (tetanos ile birlikte uygulanan difteri ve boğmaca aşısı gibi…). Örneğin tetanos aşısı yalnızca ayağa çivi battığında yapılan bir aşı olmayıp her erişkine 10 yılda bir tekrarlanmalıdır.
• Erişkin mesleki, duyarlılık artıran bir hastalık (kanser, diyabet vb…), seyahat gibi özel durumlar nedeniyle "özel risk" grubu olmuştur.
Prof. Dr. Esin Şenol, her erişkinin aşılama için (18+ yaş), yaş ve bağışıklık durumu, özel bir riski olup olmadığı gözetilerek irdelenmesi gerektiğini kaydediyor:
"Çocukluk çağında yapılması gereken aşılarını yaptırmamış ya da aşıların tekrarlarını atlamış kişiler, yaşam stili ya da sağlık çalışanları gibi mesleği nedeniyle riske maruz kalanlar mutlaka aşılanmalıdır. Hepatit B gibi uzun vadede karaciğer sirozu ve kanserin önemli nedeni olan hastalıktan sağlık personelinin korunmasının neredeyse tek yolu hepatit B aşısının yapılmasıdır. Bağışıklık sisteminde yetmezliğe neden olan kanser kemoterapisi alanlar ya da diyaliz hastaları, diyabet hastalarında grip, zatürre gibi hastalıklara karşı aşılama özel bir önem taşımaktadır. Bunun dışında 65 yaş üzeri de enfeksiyon hastalıklarının sıklık ve ölümcül potansiyelinin arttığı bir dönemdir. Ünlü bir bilim adamının söylediği gibi: Yaşlılık hastalıkların limanıdır… Bu kişilerde de zatürre ve grip aşılarının yapılması çok yaşamsaldır. Seyahatler nedeniyle çok yer değiştiren, bazı hastalıkların yaygın olduğu bölgelere seyahat eden erişkinlerin de aşı kartı taşıması gerekmektedir. Ayrıca, zatürre için risk grubunda yer alan 65 yaşın üzerindekiler, kronik akciğer hastalığı, kronik kalp hastalığı, koroner kalp hastalığı, KOAH ya da astım gibi solunum yolu hastalıkları, şeker hastalığı, kronik böbrek yetmezliği ve kronik karaciğer hastalığı, bağışıklık problemleri olanlar bilinçlenmelidir.
Hayat kurtaran aşıların toplum, sağlık ve ekonomi için öneminin yanı sıra çocuk ve erişkin aşılarının yararlarının aktarıldığı toplantıda, en yeni çalışmaların sonuçları da açıklandı. Prof. Dr. Esin Şenol, "Hollanda'da yapılan ve bugüne dek yapılmış en büyük aşı etkinlik çalışmalarından biri olan CAPiTA (Erişkinlerde Toplumdan Edinilmiş Pnömoniye Karşı Bağışıklama) Çalışması sonuçlarını şöyle değerlendirdi: "65 yaş ve üstü yaklaşık 85.000 erişkinin dahil edilmesiyle en büyük aşı etkinlik çalışmalarından biri olan araştırmaya göre aşı uygulanan yaşlı erişkinlerde toplumdan edinilen pnömokok bakterisi kaynaklı pnömoni, yan zatürrede anlamlı oranda azalma kaydedildiği ortaya kondu".

Limon Bu Hastalıkların İlacı

Limon Bu Hastalıkların İlacı

Yemeklerimizden, salatalarımızdan bazen de tatlılarımızdan eksik etmedğimiz limonun sağlığımızın en önemli dostlarından biri olduğunu biliyor muydunuz?

Limon Bu Hastalıkların İlacı



Günlük beslenme programımızda sürekli kullandığımız limon, birçok sağlık problemine karşı bizleri koruyor. İşte Diyetisyen ve NLP Uzmanı Serkan Tutar'dan limonun faydaları!
C vitamini içeriği yüksek olan limonun en önemli özelliği antioksidan etki göstermesidir. Gün içerisinde yaşadığımız stres, sigara, yanlış pişirme teknikleri ile hazırlanmış yemekleri tüketmek, vücuttaki serbest radikal seviyesinin yükselmesine neden oluyor. Antioksidan özellikli C vitamini kaynağı olan limon, bu seviyenin yükselmesini engelleyen ve vücuttan serbest radikalleri uzaklaştıran başlıca besinlerden biridir.
Antioksidan özellikli besinler kansere karşı koruyucu etki gösteriyor. Son 30 yılda yapılan birçok çalışma ve araştırma limonun başta; kolon, prostat, göğüs, akciğer ve pankreas kanseri olmak üzere 12 kanser türüne karşı koruyucu etkisi olduğu saptanmıştır. Ayrıca limon tümör gelişimini engelleyen başlıca besinlerden biridir.
Yüksek tansiyon sıkıntısı olan kişiler limon tüketmeye özen göstermelidir. Limonun diğer bir özelliği ise anti-mikrobiyal özelliği olması ve enfeksiyonlara karşı koruyucu olmasıdır.
Limon kabuğunun en önemli özelliği cildinize iyi gelmesidir. Cilt kanseri riskini azaltmak için limon kabuğunun günlük beslenme programında bulunması önemlidir. Aynı zamanda karaciğer, kalp ve safra kesesi için en sağlıklı besinlerden biridir. Özellikle stresli bir yaşamı olan, alkol veya sigara kullanan bireylerin çaylarının ve yemeklerinin içerisine limon kabuğu eklemesi gereklidir.
öbrek taşlarını ve böbrek kumlarını ağrısız, acısız dökmeye yardımcı olur. Böbreklerinizi düzenli çalıştırarak, iyi bir idrar söktürücü özellik gösterir.
Burun kanaması halinde burna bir miktar limon suyu çekilirse burun kanaması durur.
Gıda zehirlenmeleri halinde limon yenilmesi veya suyu içilmesi halinde oldukça fayda gösterir.
Grip ve öksürük şikâyetlerinde limon tedavi edici etki gösterir.
Kansızlık problemi olan kişilere limon oldukça faydalıdır.
Ağız içindeki yaralar için, limon suyu ile gargara yapmak çok faydalı olur.
Diş beyazlatmada limon oldukça etkilidir.
Limon karaciğer temizliğinde oldukça etkilidir.
Kalbi kuvvetlendirir ve rahatlatır.
Bitkin hissedenleri enerji dolu tutmayı sağlar.

Sosis Yemek Pankreas Kanserine Yol Açıyor

Sosis Yemek Pankreas Kanserine Yol Açıyor

Günde sadece 50 gr işlenmiş et tüketmek pankreas kanseri riskini artırıyor. Risk tahmin edildiği üzere tüketime bağlı olarak değişiyor ve erkeklerde daha sık rastlanıyor.

Sosis Yemek Pankreas Kanserine Yol Açıyor


Eğer sosis, pastırma, salam gibi şarküteri ürünlerine çok düşkünseniz haberler kötü. Günde 157 gram bu besinlerden tüketmek pankreas kanseri riskini %57 oranında artırıyor. Bu hastalık genellikle son safhalarda iken teşhis edilebiliyor ve bir yıl içerisinde hastaların %80'i hayatını kaybediyor. Teşhisten sonraki 5 yıl içerisinde hayatta kalmayı başarabilen hastaların oranı ise ne yazık ki %5'te kalıyor.
RİSK ERKEKLERDE DAHA YÜKSEK
Stockholm'de bulunan Karolinska Enstitüsü'nden araştırmacılar tarafından yapılan deneylere göre pankreas kanseri riski erkeklerde çok daha yüksek. Uzmanlar bunun erkeklerde et tüketiminin daha fazla olmasıyla ilişkilendirilebileceğini düşünüyor.

Batman'a Kadın Jinekolog Atandı

Batman'a Kadın Jinekolog Atandı

Kadın Doğum hastalıkları uzmanı Dr. Sevcan Demir, Batman Kadın Doğum ve Çocuk Hastanesine atandı.

Batman'a Kadın Jinekolog Atandı



Batman Kadın Doğum Hastanesi ve Çocuk Hastanesi'ne, kadın hastalıkları ve doğum uzmanı atandı.
Kadın Doğum hastalıkları uzmanı Dr. Sevcan Demir, hasta kabulüne başladı.
1984 Elazığ doğumlu Sevcan Demir, 2008 yılı Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu. Uzmanlık eğitimini Ankara Etlik Doğumevinde tamamlayan Dr. Sevcan Demir Kadın Doğum Hastanesinde hasta kabulüne başladı.
Kadın Doğum Hastanesi'nde, 11 erkek 1 kadın olmak üzere 12 kadın jinekolog görev yaparken, kadın jinekologun atanmasıyla doktor sayısı 13'e yükselirken kadın jinekologsayısı da ikiye çıkmış oldu.

Bahar Yorgunluğundan Kurtulmak İçin

Bahar Yorgunluğundan Kurtulmak İçin

Daha iyi hissetmek ve bahar yorgunluğundan korunmak için neler yapacağımızı biliyor muyuz? Bu soruların cevabını Prof. Dr. Dilek Demir Erol veriyor.

Bahar Yorgunluğundan Kurtulmak İçin



Mevsim dönüşlerinde hissedilen ruhsal ve bedensel sorunlar bahar keyfine gölge düşürebiliyor. Neden kendimizi hep yorgun hissediyoruz?
Yorgunluğumuzun, keyifsizliğimizin nedeni olarak baharı göstererek biraz haksızlık ediyoruz bu güzelim mevsime. Bahar aylarında havadaki pozitif ve negatif yüklü iyonların artması insan biyoritminde, olumlu ya da olumsuz etkiler yaratıyor. Pozitif iyonlar insanı daha enerjik hissettirirken, negatif iyonların artması ise insanın kendini daha halsiz hissetmesine ve yorgunluk belirtilerinin ortaya çıkmasına yol açıyor. Bahar aylarında, aslında vücudumuz daha aktif olmamızı sağlayacak hormonlar salgılıyor. Ancak kişide vitamin eksikliği, beslenme bozukluğu varsa, vücut buna aynı uyumu gösteremiyor ve yorgunluk hissi artıyor. Prof. Dr. Dilek Demir Erol, "Dönemsel olarak neşeli ve enerjik olunmasının en önemli nedeni de yine hormonlardır" diyor. Bazı hormonlar karanlık ortamlarda daha fazla salgılanırken, bazı hormonlar ise biyolojik sistem gereği güneş ışığı ile daha fazla salgılanır. Güneşli günlerde, bizi daha neşeli ve daha enerjik hale getirecek hormonların salgılanmasında artış görülüyor.
Nedensiz halsizlik, isteksizlik ve gerginlik bahar yorgunluğunun en önemli habercileri. Ayrıca, sebepsiz ağrılar ve zamansız uyuma isteği de bu tabloda yerini almaktadır. Havaların ısınmasıyla birlikte yataktan kalkmak çok daha zor bir hal alırken günlük işleri yaparken daha isteksiz olabiliyoruz. Bu durumu genellikle değişen hava koşullarına bağlasak da, uzun süren yorgunlukların ciddiye alınmaması, altta yatan başka bir sorunun da geçiştirilmesine neden oluyor.
Yaza hazırlık için yapılan diyetler dolayısıyla yeterli besin alınmaması,
Tiroit bezinin düzensiz çalışması,
Enfeksiyon hastalıkları, Kalp-damar rahatsızlıkları, Alkol ve sigaranın fazla kullanılması yorgunluk belirtilerini daha da artırıyor.

Karbonhidrat ve protein dengeli alınmalı
Bahar yorgunluğundan kurtulmak için vitamin ve besin destek ürünlerinin alımı büyük önem taşıyor. Prof. Dr. Dilek Demir Erol, özellikle B, C ve D vitaminleri, potasyum ve çinko içeren besin destek ürünlerinin kullanılabileceğini söylüyor. Vücuttaki demir eksikliği de aşırı yorgunluğa neden olabileceğinden, test yaptırarak demir seviyesi kontrol ettirilmeli ve gerekiyorsa demir hapları kullanılmalı. Beslenmenize dikkat ederek de demir seviyesini arttırabilirsiniz. Prof. Dr. Dilek Demir Erol, karbonhidrat alımının da yorgunluktan korunmada çok önemli olduğunu vurguluyor. Vücut ihtiyacı olan enerjiyi karbonhidratlardan sağladığı için rafine edilmemiş karbonhidratların tüketimine ağırlık verilmeli. Mevsiminde taze sebze ve meyve tüketerek, tam buğday ekmeği kullanarak vücudumuzun ihtiyacı olan karbonhidratı almalıyız. Protein, dokularımızın temel taşı olduğundan diyetimizde yeterli düzeyde proteine de yer verilmeli. Mevsim meyve ve sebzeleri de daha az kimyasal maddeye maruz kaldığı için daha sağlıklıdır. Bu nedenle sebze ve meyvelerin mevsiminde tüketilmesi önem taşıyor.
Enerjimizi doğru kullanmalıyız
Prof. Dr. Dilek Demir Erol, yorgunlukla baş edebilmek için öncelikle enerjinin doğru kullanılmasının öğrenilmesi gerektiğine dikkat çekiyor Çalışma ve dinlenme periyotlarımızı ayarlanarak, kısa ve sık dinlenme aralıkları verilmeli böylece yorgunluğun ortaya çıkması önlenebilir. Çalışma ortamının iyi havalanmalı çünkü çok sıcak veya çok soğuk ortamlar vücudumuzda ekstra stres yaratır.
Ayrıca, vücudun susuz kalması da metabolizmayı yavaşlatır. Günde en az 8-10 bardak su içilmeli (tercihen alkali), kahve ve çay mümkün olduğunca az tüketilmeli, içildiğinde de bitki çayları tercih edilmeli.
Egzersiz ile metabolizmayı hızlandırın
Düzenli egzersiz ile metabolizma hızlanır, solunum düzenli hale gelir ve dokuların yeterli miktarda oksijenlenmesi sağlanır. Özellikle tempolu yürüyüş, bisiklet, yüzme gibi egzersizler tercih edilmeli.
Prof. Dr. Dilek Demir Erol; "Yorgunluk uzuyor ve kişinin gündelik işlevlerini bozuyorsa ya da işyerindeki performansını engelliyorsa artık onu bahar yorgunluğu diye geçiştirmemek gerekir. Elbette bu durumun ortaya çıkmasında mevsimlerin, ışığın, ısının rolü var. Sadece psikiyatrik değil, hem bedensel hem ruhsal belirtilerle giden başka durumları da unutmamak gerekli." Diyor.

Margarin Hakkında Bilinmeyen 7 Gerçek


Margarin Hakkında Bilinmeyen 7 Gerçek

Tüketimi oldukça fazla olmasına karşın tüketicilerin en çok merak ettiği konuların başında margarinin içeriği, yararları ve zararları geliyor.

Margarin Hakkında Bilinmeyen 7 Gerçek


Kafalar karışık: Margarin yemeli miyiz yememeli mi? Margarinlerde doymuş yağ var mıdır, yok mudur? Kolesterol içerir mi içermez mi? Bu yüzden de MÜMSAD/ Mutfak Ürünleri ve Margarin Sanayicileri Derneği zaman zaman margarin hakkında merak edilenlere cevap olmak üzere raporlar yayınlıyor.
MARGARİN HAKKINDA BİLİNMEYENLER
Birkaç yıl önce MÜMSAD'a üye firmaların ürettikleri margarinler, raflardan toplanarak analiz edilmiş ve bu analizlerle margarinlerin karnesi çıkarılmıştı. Bu analizler sonucunda trans yağ içermediği ortaya çıkan dernek üyesi firmaların, modern teknolojilerle ürettikleri bitkisel margarinler, ambalajlarında 'Trans Yağ Yoktur' etiketi taşımaya başladı.
TRANS YAĞ VAR MIDIR?
Trans yağ vücudumuzdaki kötü kolesterol artıran bir risk faktörüdür. MÜMSAD üyesi kuruluşların modern teknolojilerle ürettiği bitkisel margarinler trans yağ içermez ve ambalajlarında "Trans Yağ Yoktur" etiketi taşır.
MARGARİN A ve D VİTAMİNLERİ İÇERİR
A vitamini görme fonksiyonu, sağlıklı bir cilt ve bağışıklık sistemi için önemlidir. D vitamini ise güçlü kemik ve diş sağlığı için gereklidir. Bu vitaminler ancak yağlarla birlikte tüketildiğinde vücudumuz tarafından emilir ve faydalı olur. Bitkisel margarin, sağlığımız için gerekli olan bu vitaminleri içerir.
ASLINDA SAĞLIKLI
Bu karneye sahip, gelişmiş teknolojilere uyumlu firmalar; yeni modern üretim yöntemlerini ve bilgilerini kullanarak günümüzün modern margarini üretmektedirler. Bitkilerde ve bunlardan elde edilen bitkisel yağlarda kolesterol yoktur. Margarinler, ayçiçek, soya ve palm yağı gibi bitkisel yağlardan üretildikleri için doğal olarak kolesterol içermezler. Margarinler kolesterol içermemekle birlikte; Omega 6 ve Omega 3 çoklu doymamış yağları içermeleri nedeniyle sağlıklı bir beslenme düzeninde yer alabilirler. Margarin, A ve D vitamini gibi yağda çözünen vitaminleri içermektedir. Böylece vücut tarafından üretilemeyen ve dışardan alınması gereken ve yağda eriyen bu vitaminlerin hem vücuda alınmasına hem de vücut tarafından kullanılmasına katkı sağlamaktadır. Margarin, bu özellikleri ile dengeli beslenme (optimal beslenme) kuralları çerçevesinde rahatlıkla tercih edilebilecek bir yağ seçimidir.
MARGARİN HAKKINDA 7 GERÇEK
MÜMSAD'ın yaptığı araştırma sonuçlarını kısaca sıralayacak olursak...
Margarin tamamen bitkisel yağlardan üretilir
Margarin kolesterol içermez
Margarin trans yağ içermez
Margarin beslenme çeşitliliğine katkı sağlar
Margarin Omega 3 ve Omega 6 yağları içerir
Margarinde A ve D vitaminleri bulunur
Margarin iyi bir enerji kaynağıdır

17 Nisan 2015 Cuma

Çocuklarda obeziteyi engellemenin yolları




Uzman Diyetisyen Serkan Tutar, günümüzdeki en önemli sağlık probleminin başında obezitenin geldiğini söyledi.

Tutar, "Obezitenin bu derece tehlikeli olmasının nedeni sadece yetişkinlerde değil günümüzde çocuklarda da ciddi anlamda yaşanan bir problem olmasıdır. Anneler, babalar, bakıcılar, aile üyeleri, öğretmenler, sağlık çalışanları, toplumun diğer üyeleri dahil hepimizin bu problemi beraber çözmemiz gereklidir. Çocuklarda yaşanan obezite, ciddi sağlık sorunlarına neden olmakla birlikte duygusal, psikolojik ve sosyal konularda yara almış yetişkinlerin yetişmesine neden olur. Çocuklar kilo konusunda sürekli alay konusu olması nedeniyle kendine olan güvenleri ciddi anlamda azalır" dedi.

Çocukların günümüzde ve gelecekte mutlu bir hayat yaşaması için sağlıklı beslenme alışkanlıklarının ve fiziksel aktivitenin yaşam tarzı olması gerektiğini dile getiren Uzman Diyetisyen Serkan Tutar, "Kilo korumanın temel yolu besin ve içeceklerle alınan kalorinin harcanan kaloriye eşit olmasıdır. Ama çocuğunuz kilo alıyorsa bunun temel nedeni aldığı kalori miktarı harcadığından çok daha yüksektir.

Fazla kilo ve obeziteye genetik, çevresel, kültürel ve psikolojik faktörlerde katkı sağlayabilmektedir. Ancak çoğu araştırmalar çocukluk çağı obezitesinin bu seviyede hızlı olarak artmasının temel nedeninin genetik varyasyonlar olduğunu göstermektedir.

Bugünkü yoğun yaşam tarzı fast food gibi hızlı besin tüketimine insanları yöneltebilmektedir. Aynı zamanda bilgisayar, televizyon ve video oyun sistemi önünde daha uzun süre zaman geçirmeleri daha az fiziksel aktiviteye neden olması sedanter yaşamı desteklemektedir.

Yapılan bir çalışmada, boks, dans ve spor gibi hareket tabanlı video oyunlarını çocuklarınızın oynaması gün içerisindeki aktiviteyi iki katına çıkardığını göstermiştir. Bu tarz oyunlar desteklenebilir. Hatta çocuğunuzu desteklemek ve kendi hareketinizi de arttırabilmek adına sizde çocuğunuzla bu hareketleri yapabilirsiniz" diye konuştu.

OBEZİTEYİ ÖNLEMEK İÇİN İPUÇLAR

Uzman Diyetisyen Serkan Tutar, çocuklarda obeziteyi engellemenin yollarını şöyle sıraladı;
Çocuğunuzun yeteri kadar dinlendiğine emin olun…

Çalışmalar önerilen uyku saatlerinden daha az uyuyan çocukların yüksek kilolu veya obezite olmaları riskinin yüksek olduğunu göstermektedir. Okul çağındaki çocuklarda önerilen uyku saati 10 iken, daha küçük çocukların 12 saat uyumaları önerilmektedir.

SAĞLIKLI BESLENME ALIŞKANLIĞI KAZANMASINA YARDIMCI OLUN…

Dengeli ve tutar'lı bir diyet çocularınızın yeterli büyüme ve gelişmesinin sağlanması için önemlidir. Meyve, sebze, tam tahıllar, yağsız protein kaynakları, süt ürünleri çocuğunuzun her gün alması gereken besin gruplarıdır. Bunlardan birisi eksik olduğunda uzun vadeli beslenme yetersizliğine bağlı olarak hastalıklar gelişebilir. Yağ ve şeker içeriği yüksek yani yüksek kalorili gıdalarda limit koymalısınız. Porsiyon kontrolü de obezite riskinin azalması açısından önemlidir.

FİZİKSEL OLARAK AKTİF OLMASINI TEŞVİK EDİN…

Bisiklet, yürüyüş, dışarda oyun vb aktiviteler ile çocuğunuzun her gün bir saat hareket etmesini sağlayın. Ayrıca buna sizde katılarak çocuğunuzu daha fazla motive edebilirsiniz. Babalar araba yıkamada anneler evi temizlemede yardım istemesinin bile çocuklarınız için hareket olduğunu unutmayın. Ayrıca çocuklarınızı daha keyifli aktiviteler olan dans kursları veya dövüş sanatları kurslarına yazdırabilir veya okuldaki futbol veya basketbol takımına katılmasını teşvik edebilirsiniz.

DÜZENLİ UZMAN İLE GÖRÜŞÜN…

Doğru beslenme alışkanlıklarını çocuğunuzun sizden öğreneceğiniz gerçeğinden yola çıkarak sizin de doğru beslenme alışkanlıklarını öğrenmeniz gerekir. Bunun en doğru adresi uzman diyetisyenden yardım almanızdır. Bu sadece hem siz hem de aileniz için doğru beslenme adımları atmış olursunuz.

EKRAN ZAMANINI SINIRLAYIN…

Çocuklar günde en az 2 saatlerini televizyon, bilgisayar veya oyun konsolları karşısında geçirdikleri için hareketleri çok ciddi seviyede düşmüştür. Bunun en önemli yansıması uzun vadede vücuda gelen kilolardır. Bunu mümkün olduğunda sınırlanması gereklidir. Ayrıca 2 yaşından küçük çocuklar için ailelerin televizyon izletmemesi çok önemlidir.

YEMEĞİ ÖDÜL YAPMAYIN…

Yemeği ödül olarak göstermek uslu ama obez bir çocuğa sahip olmanıza neden olur. Çünkü genelde ödül olarak verilen yemekler yüksek şeker ve yağ içeriklidir."

ZATÜRE

Türkiye'de ölüme sebep olan hastalıklar arasında beşinci sırada, enfeksiyona bağlı ölümler arasında ise birinci sırada yer alan zatürreden, erken teşhis ile kurtulabilirsiniz
Zatürre, akciğerlerde meydana gelen iltihaplanma neticesinde ortaya çıkan son derece ciddi bir hastalıktır. Tıbbi literatürde pnömoni olarak isimlendirilen bu hastalık; virüs, bakteri ve parazitlerin akciğere yerleşmesi neticesinde gelişmeye başlar. Zatürre, Türkiye'de ölüme sebep olan hastalıklar arasında beşinci sırada yer alırken enfeksiyona bağlı ölümler arasında birinci sıradadır. Zatürreye yakalanan kişilerde ölüm oranı ise yüzde 5'tir ve bu hiç de hafife alınacak bir rakam değildir.

ÜÇ TİPİ VARDIR 
Alveoller, akciğerlerde bulunan ve oksijen- karbondioksit değişimini sağlayan hava kesecikleridir. Zatürreye sebep olan virüs veya bakteriler, vücuda girdiğinde alveollerin etrafına yerleşerek bölgede iltihaplanmaya sebep olur. Hayati öneme sahip oksijenin yönetiminde görev yapan alveollerin iltihaplanması, hastalığın tedavi edilememesi durumunda ölümle sonuçlanmasına yol açabilir. Yapılan araştırmalar neticesinde zatürreye sebep olan 90'a yakın mikroorganizma tespit edilmiştir. Bunlar arasında 23 tanesi oldukça yaygın ve hastalık oluşturma anlamında kuvvetlidir. Zatürre, üç tipte görülebilir. Bunlardan ilki ve en yaygın olanı, virüs zatürresidir. İkincisi, daha ağır seyreden lober zatürresidir. Üçüncü zatürre tipi ise iyi tedavi edilmeyen akciğer hastalıklarından kaynaklanan bronköpnomonidir. 
KORUNMA YOLLARI Zatürreden korunma yöntemleri denildiğinde akla ilk gelen, zatürre aşısı olarak bilinen pnömokok aşısıdır. Bu aşı, koruyucu etkileri bilinen kuvvetli bir seçenektir. Ancak herkese yapılması gereklidir gibi bir ifade kullanamayız. Pnömokok aşısı, zatürreye yol açtığı kesinleşen 23 tip mikroorganizmaya karşı geliştirilmiştir. 
AŞI ETKİLİ 
Kalp hastaları, kronik akciğer rahatsızlığı olanlar, bağışıklık sistemi zayıf kişiler, kronik böbrek hastalığı olanlar ve 65 yaş üzeri yaşlılar; doktor kontrolü ve tavsiyesiyle aşılanabilecekler arasında yer alır. Pnömomok aşısının koruyucu etkisi oldukça yüksektir. Aşılanma aralığı kişiden kişiye ve durumdan duruma değişiklik gösterir. Mutlaka doktor tavsiyesiyle yapılmalıdır. Aşılanma dışında sayılabilecek korunma yöntemleri arasında, dengeli ve doğru beslenmenin yanında sigara ve alkol kullanmamak sayılabilir. 
BULAŞICI MIDIR ? Bu sorunun cevabı maalesef evet! Zatürre bulaşıcıdır ancak bu mikrobu alan herkes zatürre olmaz. Kimi bünyelerde hafif öksürük ve ateşle atlatılabilir. Son derece ciddi sonuçlar doğurabilen bu hastalık, ilgili virüsün vücuda girmesiyle başlar. Bu bakteri ve virüsler, sıcağın etkisiyle bozulan yiyeceklerden, kirli sudan, egzoz gazı gibi çevreyi kirleten gazları solumaktan bulaşabilir. Soğuk su içildiğinde, özellikle çocukların zatürre olmak konusunda ikaz edildiğini duymuşsunuzdur. İlk başta hurafe gibi gelen bu tembih, aslında bilimsel bir temele dayanıyor. Çok soğuk içecekler içildiğinde boğazdaki bakteri florasında bozulmalar yaşanabilir ve bu durum, fırsatçı mikropları harekete geçirerek hastalığın oluşmasına sebep olabilir. Zatürre mikrobu taşıyan kişilerle yakın temasta bulunmak ve aynı çatal ve kaşığı kullanmakla hastalık, kişiden kişiye de geçebilir. Ayrıca vaktinde tedavi edilmeyen bronşit de zatürreye dönüşebilir. 
BELİRTİLERİ Yaşam kalitesini ciddi oranda düşüren bu hastalıkla karşı karşıya geldiğinizde belirtilerin benzerliği sebebiyle şiddetli gribe yakalandığınızı düşünebilirsiniz. Şiddetli baş ağrısı, aniden gelen baş dönmeleri, üşüme, titreme, soluma bozuklukları, sırt ağrısı, yorgunluk ve dalgınlık hissi, az idrara çıkma, öksürük ve yüksek ateş; sayılabilecek belirtiler arasında yer alır. Zatürre, tedavi yöntemini seçme aşamasında iki türle ifade edilir. Bu iki türün belirtileri birbirinden farklıdır.
 Tipik zatürre: Ani ve gürültülü başlangıç, üşüme titreme ile 39-40 dereceye varan yüksek ateş, öksürük, iltihaplı balgam çıkarma ve nefes alırken batıcı göğüs ağrısı ile ani olarak ortaya çıkar.
 Atipik zatürre: Belirtiler sinsi bir seyir gösterir. Ateş çok yüksek değildir. Kuru, inatçı öksürük dışında iştahsızlık, halsizlik, kas ağrıları, bulantı, kusma, baş ağrısı gibi akciğer dışı organlara ait şikayetler görülebilir.

AKCİĞER FİLMİ VE KAN TESTİ İLE TANI KONULUR

Zatürre , kişiye ciddi sıkıntılar veren zorlu bir hastalıktır. Zatürre mikrobu alan kişilerin günlük rutinlerini yerine getirmesi neredeyse imkansız bir hal alır. Yukarıda saydığım belirtileri hissettiğinizde, biraz dinleneyim geçer gibi erteleme yollarına girmeyin ve durumunuzu mutlaka ciddiye alın. Zatürre tanısı muhakkak bir uzman doktor tarafından konmalıdır. Tanı koymada en önemli veri, akciğerin dinlenmesiyle kontrol edilen solunum fonksiyonundaki bozukluklardır. Akciğer filmi ve kan testleri de tanı koymada destekleyici yöntemler arasında sayılabilir.

ANTİBİYOTİK ALERJİSİ OLANLARIN TEDAVİSİ UZAR
Erken teşhis hayat kurtarır! Zatürre tedavisinde antibiyotik kullanımı sıklıkla başvurulan yöntemler arasında yer alır. Hastalığın tedavisinde izlenecek yol, teşhis edilme süresiyle yakından ilgilidir. Erken teşhis edildiğinde hastalar evde tedavi edilebilirken, geç kalındığı durumlarda hastanede, hatta yoğun bakımda takibe alınırlar. Vaktinde uygulanmayan tedavi hastalığın kolayca ilerlemesine ve farklı rahatsızlıkların oluşmasına sebep olabilir. Bunlar arasında üst solunum yolu hastalıkları, kalp hastalıkları, beyin zarı iltihaplanması, kanser ve yutkunma güçlüğü sayılabilir. 
BOL SU İÇİN 
Antibiyotik tedavisinin uygulandığı bu hastalıkta, antibiyotik alerjisi olanlar için süreç uzayıp zorlaşabilirken inatçı virüslerin varlığı tedaviye yanıt alınamamasına sebep olabilir. Hastalık boyunca bol su içmek ve dinlenmek, mutlaka yapılması gerekenler arasında yer alır. Günlük diyetinize bağışıklık sisteminizi kuvvetlendirecek gıdalar eklemek, hastalıkla savaşmada en iyi yardımcılarınızdan biri olabilir. 

Boşanmanın çocuklara etkisi büyük!




Psikolog Barış Gürkaş, boşanma süreçlerinin en fazla çocukları olumsuz yönde etkilediğini söyledi.

Çocuk için gerçekleşmesi muhtemel felaket senaryolarından birisinin de ailenin parçalanması olduğunu dile getiren Psikolog Barış Gürkaş, 'Çocuk gözüyle ailenin parçalanmasına sebep olabilecek durumların başında ise boşanma gelir. Bowlby'nin bağlanma kuramına göre, Çocuğun, sevgi ve güven temin edecek bir veya birkaç kişiyle geliştireceği bir bağlılığın, onun sağlıklı gelişimi için esas olduğunda bir görüş birliği vardır: O bağın kopması, ruhsal acı ve hiddet yaratır. Küçük yaşta çocuğun, boşanma sürecindeki yaşadıkları sonraki dönemlerde davranışlarını etkilemektedir. Bu süreç boyunca ailenin yapısı değişerek iki küçük parçaya ayrılmakta ve bu iki parça arasında kuracağı ilişkiyi ve dengeleri çocuğun kendi başına oturtması mümkün değildir. Bununla başa çıkabilecek davranış repertuarına çocuklar genellikle sahip olmadığı için, bu noktada ebeveynlere çok iş düşmektedir. Ebeveyn çocukla pazarlık yapmamalı, diğer ebeveyni kötülememeli, çocuktan büyük kararlar almasına sebep olacak beklentiler içinde olmamalıdır. Ebeveynler ondan taraf olmasını beklememelidir' diye konuştu.

Boşanma ile birlikte birçok zaman ailenin gelirinin de azaldığını, bu durumun sıradan bir ekonomi gibi görünse de çocuk için önemli sonuçlara varabildiğini ifade eden Psikolog Barış Gürkaş, 'Ekonomi yüzünden oturulan evden, semtten taşınma çocuklarda olumsuz izler bırakabilir. Kimi zaman çocuğun okulu değişmekte, kimi zaman ise mahalle arkadaşları değişebilmekte. Bu çok basit gibi görünse de sosyal ilişkiler açısından problem yaratabilmektedir. Boşanma sürecinde aile arasında duygusal açıdan yaşanan bunalım dönemi, kimi zaman kendini öfke ile gösterebilir, bu da çocuğun duygusal açıdan kaldırabileceği bir durum değildir. Böyle bir dönemde ebeveynler anlaşmazlıklar ile duygusal olarak fazlasıyla yara alırken, çocukların böyle bir dönemi desteksiz atlatmaları çok mümkün değildir.' Şeklinde konuştu.

Uzmanlardan diyet uyarıları




Medicana International Ankara Hastanesi Diyetisyeni Seval Alemdar, “Diyet, kişiye özel hazırlanması gereken bir programdır. Bunun için de kişisel birtakım verilere sahip olmamız gerekir” dedi.

Medicana International Ankara Hastanesi Diyetisyeni Seval Alemdar, pek çok kişinin yaptığının aksine diyetin 'kişiye özel' hazırlanması gereken bir program olduğunu vurgulayarak, "Bu yüzden çeşitli yayınlardan, eşten dosttan temin edilen genele uygun olarak hazırlanan diyetler zayıflama uğruna çıkılan bu yolda herkesi başarılı kılmayacaktır. Eğer bu mümkün olsa idi her bireyin sorununun derecesi, fiziksel özellikleri (boy, kilo vb) ve sağlık problemleri aynı olması gerekirdi. Oysa sorunlar insanlar kadar çeşitli" dedi.

Diyetin kişiye özel hazırlanması gereken bir program olduğunu ve bunun için de kişisel birtakım verilere sahip olunması gerektiğini ifade eden Alemdar şöyle devam etti:

"Bunlar; kişinin beslenme alışkanlığı, yemek düzeni, ailede şişman bireylerin mevcudiyeti, çalışma ortamı koşulları, şişmanlığının oluşum öyküsü, sağlık problemleri, boyu, kilosu, yaşı ve cinsiyeti. Bu hatta öyle bir şey ki her bireyin yaşadığı ülkenin iklimine, gelenek ve göreneklerine ve kişinin yaşına göre bile farklılıklar gösterir. Hangimiz on yıl öncesi ile aynı fiziğe ve yaşam tarzına (yeme alışkanlığı, aktivite vb.) sahibiz ki. En güzel zayıflama programı, kişinin kendi yaşam tarzına uygun hazırlanan, bulması ve uygulaması kolay, hayatı zorlaştırmayan ve daha da önemlisi beden bütünlüğünü, sağlığını koruyan diyettir. Bu nedenle her zayıflama diyeti sağlıklı birer reçete değildir eğer kişisel farklar göz önünde bulundurularak hazırlanmadı ise."

Amaçlarının toplumdaki bireylerin beslenme, sağlıklı zayıflama konusunda bilinçlenmesi, kısa vadeli tedavilerin büyüsüne kapılmaması, bu işi sağlıklı bir şekilde sabırla gerçekleştirmesi ve en önemlisi de yaşam tarzı olarak benimsemesi olduğunu vurgulayan Alemdar, "Amaç sadece kilo kaybetmek değil, bunun uzun yıllar korunmasıdır. Bir kilogram yağ dokusunun enerji olarak karşılığı 7 bin k.kal'dır. Günde bin k.kal kısıtlanan bir diyetle haftada en fazla 1 kilo verilir. Haftada 3 kilodan fazla verilen kilo kişide yağdan çok kas ve su kaybına neden olur. Gereğinden fazla düşük kalorili diyetler, dinlenme halindeki metabolik hızı (BMH) düşürür, karaciğerdeki glikojen depolarını azaltır, su kaybını arttırır. 15 günde 6 kilo kayıp vb. vaatlerde bulunan zayıflama reçeteleriyle insanları listede yer alan yemekleri temin etmeye veya pişirmeye zorlayan listelerle bir yere varılamayacağını, bunların sadece dikkat çekmek ve tiraj sağlamak için yapılan aldatmacaların olduğunu toplumun bilmesi gerekir. Bir zamanlar Amerikan Kalp Vakfı adındaki diyet revaçtaydı, şimdi ise İsveç diyeti, Dukkan diyeti, belki de yarın kas kaybına neden olan ketojenik bir başka diyet. Bu tür süslü isimler kullanmalarındaki gaye sadece dikkat çekmek, bunlardan medet uman insanları kandırmak ve sorunlarının artmasına neden olmak" diye konuştu

Allerji ciddi bir sağlık sorunu




Medical Park Uşak Hastanesi Allerji Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Nejat Ozangüç, Prof. Dr. Nejat Ozangüç yaptığı açıklamada, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de alerjik hastalıkların görülme sıklığı giderek arttığını belirtti.

"13-19 Nisan Dünya Allerji Haftası'' dolayısıyla açıklama yapan Prof. Dr. Nejat Ozangüç alerji hastalığın görülme sıklığındaki artışın, modern yaşamın getirdiği endüstrideki gelişmeler ve kimyasal maddelere karşı kalınan temasların artışı ile ilgili olduğunu ifade etti. Alerjik hastalıklar hakkında bilgi veren Prof. Dr. Nejat Ozangüç, 'Alerjik hastalıklar tüm dünyanın, özellikle gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin çok önemli bir sağlık sorunudur. Bu hastalıklar arasında en önemlileri astım, alerjik nezle, atopik dermatit, anafilaksi (alerjik şok), ürtiker (kurdeşen), besin-ilaç ve böcek alerjileridir. Toplumda son derece yaygın olan alerjik hastalıklar ortalama 4-5 kişiden birinde görülmekte ve yetişkinlerde çok önemli iş ve güç kaybına, çocuklarda ise okul devamsızlığına neden olmaktadır' dedi.

Prof. Dr. Nejat Ozangüç; ''13-19 Nisan 2015 Dünya Alerji Haftası''nda kliniğimizde, Alerjik Rinit, Alerjik Astım, Gıda Alerjisi, İlaç Alerjisi, Ev tozu ve akarları konusunda farkındalığın arttırılmasına, daha bilinçli ve sağlıklı bir toplum oluşturma çabasına katkı vermeye çalışılmaktadır. Alerjik hastalıklar ile ilgili şik'yetlerinin düzenli tedavi ve aşı ile ortadan büyük ölçüde kalktı" diye konuştu.

Stres hasta ediyor



Obezite, reflü, hipertansiyon, damar sertliği, migren, şeker hastalığı, kanser ve daha birçok hastalığın asıl sebebinin stres olduğu bildirildi.

Dr. Obengül Ejder, stresin neden olduğu bedensel ve ruhsal hastalıkların gün geçtikçe arttığına dikkat çekti. Obezite, reflü, hipertansiyon, damar sertliği, migren, şeker hastalığı, kanser ve daha birçok hastalığın asıl sebebinin stres olduğunu belirten Dr. Obengül Ejder, sağlıklı yaşam için bunun şart olduğunu belirtti.
Ejder, öğrencilerin gelecekteki mesleki hayatlarını etkileyen TEOG, LGS,YGS, KPSS, ALES, YDS gibi sınavların stresiyle hastalıkların tetiklendiğini söyledi. Dr. Obengül Ejder açıklamasında, "Sağlık çalışanları başta olmak üzere eğitim, emniyet, hukuk, belediye, basın, kamu ve özel sektörde çalışan hemen hemen herkes iş ve gelecek kaygısı ile stres içinde. Toplum gergin ve bütün karmaşayla nasıl baş edebileceğini bilemiyor. Doğal olarak da stresin neden olduğu bedensel ve ruhsal hastalıklar günden güne artıyor" dedi.

"VÜCUT SİSTEMİNİN BOZULMAMASI İÇİN STRESTEN UZAK DURULMALI"

Stresin bağışıklık sisteminin yanı sıra vücudun tüm sistemlerini olumsuz etkilediğini ifade eden Dr. Obengül Ejder, "Organizma stres etkeniyle tekrarlı, yoğun ve uzun süre karşı karşıya kalırsa adapte olamıyor ve tükenme dönemi başlıyor. Bu dönemde bir takım sinir ve endokrin (iç salgı bezleri) sistem hormonları devreye girerek başta adrenalin olmak üzere kortizon salınımının artmasına, dengelerin bozulmasına neden oluyor. Bağışıklık isteminin yanı sıra vücudun tüm sistemlerini olumsuz etkiliyor" şeklinde konuştu.

12 Nisan 2015 Pazar

Sezeryan İle Doğum ve Riskleri

Sezeryan; sıklıkla bebeğin abdominal uterin insizyon yolu ile doğurtulması için kullanılan terimdir. Bu operasyon vaginal doğumun ya mümkün olmadığı yada anne ve bebeğin aşırı risk altında olduğu olgularda kullanılır. Ancak yıllar geçtikçe endikasyonlar artmış olup artık anne ve bebek için daha az tehlike arz eden doğum şekli haline gelmiştir. Daha sıklıkla kullanılması dolayısı ile,iyi cerrahi teknik,etkin antibiyotik varlığı,kan transfüzyonu imkanı gibi olanaklarda gelişme nedeni ile güvenilirliği de artmıştır.
Son yüzyılda tüm dünyada sezeryan oranları dramatik şekilde artmıştır. Sezeryan ile doğum birçok obstetrik problem için çözüm olarak görülmüştür. Medikolegal problemler ile karşı karşıya kalmadaki artış nedeni ile obstetrisyenler makat vajinal doğum ve operatif vajinal doğum yöntemlerini aşamalı olarak kullanmayı bırakmış, intrapartum fetal distres tanımını genişletmiş ve distozi tanısını liberal olarak kullanmaya başlamışlardır. Ayrıca primer sezeryan oranının yüksek olduğu primipar ileri yaş kadın sayısında da artış olmuştur. Tüm dünyada anne isteği nedeni ile primer elektif sezeryana yönlenme önemli bir gerçek haline gelmiştir. Son on yılda sezeryan oranındaki artış beraberinde sezeryan sonrası normal doğum isteğinde artışa neden olmuştur.
Sezeryan oranlarında artış olduğu yıllarda perinetal sonuçta düzelme kaydedilmiş olmasına rağmen serebral palsi oranında azalma saptanmamıştır.

Sezeryanın gerekli olduğu durumlar

  • Doğumun anne veya bebek açısından güvenli olmadığı(santral plasenta previa, geçirilmiş klasik uterin insizyon, tüm uterin duvarı içeren myomektomi, uterin rekontrüksiyon, plasenta previa,vaza previa, kord prezentasyonu, meningomyelosel, hidrosefali)
  • Eylemin indüklenemediği durumlar(izoimmünizasyon,diyabetes mellitus,intrauterin büyüme kısıtlılığı,hipertansiyon gibi doğumun gerekli olduğu fakat rahim ağzının açılmadığı durumlarda)
  • Vajinal doğumun belirgin riskler oluşturacağı distosi(zor doğum) veya fetal problemlerin varlığı(ilerlemeyen eylem,baş-pelvis uygunsuzluğu,disfonksiyonel eylem,güven vermeyen fetal kalp trasesi,verteks dışı prezentasyon,yapışık ikizler)
  • Acil doğum gerektiren durumlar (ablasyo plasenta,plasenta previa nedeniyle kanama, umblikal kordon prolapsusu, aktif genital herpes, maternal ölümün yakın olduğu durumlar)
En sık sezeryan nedeni mükerrer sezeryandır. Distosi, fetal distres,makat geliş en sık primer sezeryan nedenleridir.

Sezeryan doğumun riskleri

Sezeryan ile doğum zararsız, masum bir operasyon değildir. Ortalama %25 olguda açıklanamayan ateş, endometrit, yara enfeksiyonu, kanama,aspirasyon, atelektazi, üriner enfeksiyon, tromboflebit ve pulmoner emboli vardır. Anne ölüm riski her 1000 operasyonda <>
Sezeryanda yenidoğanda geçici takipne vaginal doğumdan daha yaygındır. Fetal hemoraji ve hipoksi riski, bebekte potansiyel laserasyon riski vardır.
Geç komplikasyonlar intestinal obstrüksiyon ve sonraki gebelikte uterin insizyon ayrılmasıdır. Sezeryan sonrası plasenta previa veya akreata insidansı ilk sezeryanda %3,ikinci sezeyanda %11,üçüncü sezeryanda %40,dördüncü sezeryanda %61, beşinci sezeryanda %67 ye ulaşır. Bu durum önemli bir problem olup histerektomi riski taşır.